Ve insan kaybedince anlıyor her şeyin kıymetini. Susuz kalınca deniz ona yaşam, nefessiz kalınca gökyüzü ona aşk oluyor.
Bob Ross amcayı bilmeyen yoktur.
Hani “Şuraya biraz ağaç ekleyelim, şurada tam şurada da birazcık kuş uçuralım!” diyen...
Ben en çok saçlarını severdim onun, o resim yapardı ben saçlarını izlerdim. “Hayal kuran adam saçı” koymuştum adını hatta.
Hayal kuran adam saçı... Ne tuhaf!
Bir çocuk bile hayal kuran ve kurmayan insan ayrımını kavrayabilirken, koskoca insanlar onun ne demek olduğunu dahi bilmeden tüketiyorlar ömürlerini.
Oysaki insanı insan yapan şeydi hayalleri.
Boş bir duvar, boş bakarsan dümdüzdür, renksizdir. Bir ânı geçirirsen aklından, sinema perdesi oluverir birden ya da bir kişinin yüzünü düşlersen fotoğraf olur durur karşımızda.
Bob amcada aynen bunu yapıyordu bence.
Boş tuvallere belki de çocukken gittiği bir yeri anlatıyordu. Ya da hayallerini.
Kim bilir...
Yediğimizden midir yoksa içtiğimizden mi , gezdiğimizden midir ya da gördüğümüzden mi bilmiyorum ama bir şeyler oldu bize. Okuduğum tozlu kitaplarda böyle değil hayat. “Monotonluk” diye bir tabir hiç görmedim mesela o kitapların sayfalarında.
İnsanların o dönemlerde yapmak istedikleri her şey için bir çaba sarf etmeleri gerekiyordu çünkü. Gücü yetmeyenler hayallerine sığınıyordu.
İstedikleri her şeye istedikleri an ulaşamayan insanlar hayal kuruyordu anlayacağınız.
Oysa bu gün... Ya hayat bizim hayal kurmamıza izin vermiyor ya da biz hayata kendimizi öyle bir kaptırıyoruz ki hayal kurmaya fırsatımız kalmıyor.
Şimdi, tam şuan bir yer hayal et. Böyle yüksek bir tepedesin mesela, yamaç gibi uçurum gibi.. Uzanmışsın çimlere ama her yeri görebiliyorsun ordan. Aşağıda uçsuz bucaksız derin bir deniz, yukarıda yıldızlarla bezenmiş sonsuz bir gökyüzü... Tek ses cırcır böcekleri. Ilık bir rüzgar değiyor tenine, sen sonsuzlukta tam kaybolurken bir el dokunuyor omzuna.
Ve hayat seni çağırıyor...
İşte tam da böyle geçiyor ömrümüz. Hikaye tam başladı derken engeller çıkıyor önümüze, erteliyoruz. Görüyoruz ama anlamlandıramıyoruz. Duyuyoruz ama hissedemiyoruz. Nefes almak için kendimize vakit ayıramayacak kadar meşgul yaşıyoruz(!). Böyle akıp gidiyor zaman.
Demem o ki güzel okurlar, hayal kurmak insana nefes aldırır. “Ne zamanki hayal kurmaktan vaz geçtiniz, biliniz ki ruhunuzu da kaybettiniz.” Mutluluk artık size çok uzaklarda.
Şimdi oturun bir cam kenarına, alın kahvenizi elinize -ama o kırk yıl hatırı olan, zahmetle pişirilenden- ve çok görmek istediğiniz ya da sizde daha önce güzel hisler bırakmış olan bir yeri hayallerinizde yaşayın. Düşünün, yazın, çizin...
Hayatın bu yoğun koşuşturmacasında kendinize yalnızca bir kaç dakika ayırın ve hayal kurun. Sizce de hayalleriniz bu dünyadan daha huzurlu değil mi? :)
Yorum Gönder
Yorum yazabilmek için:
Yorumlama biçimi seçeneklerinden profil üyeliğiniz yoksa; Adı/URL profilini seçip kendi belirlediğiniz isimle URL kısmını boş bırakarak yorum yazabilir ya da Anonim profili seçeneği ile isimsiz olarak yorum yapabilirsiniz.