Beni her zaman sıcacık fakat hüzünlü bir tebessümle karşılayan arkadaşımla tanışalı henüz bir ay olmuştu. Onunla Çamlıca’da bir çay bahçesinde tanışmıştık. Yakın bir ahbabımın çok eski bir tanıdığıymış.
İlk görüşmemizden sonra onun, konuşmayı pek sevmeyen biri olduğunu düşünmüştüm oysa arkadaşım onun öncelerde çok konuşkan bir insan olduğunu söyledi. Gülmeyi çok sever, kahkahaları girdiği ortamlarda her kulağı çınlatırmış. Üzüldüm, oysa kim bilir ne de çok yakışırdı şimdi yüzüne içten bir tebessüm.
Ayaklarım beni yine ona götürüyor, nedenini bilmiyorum ama onu görmek tarifsiz bir duygu yaşatıyor, çok mutlu ediyor beni. Kapıyı aralıyorum, hanımeli ve çeşit çeşit çiçek kokuları arasından süzülüyorum içeri.
Gözleri dalıp gitmiş yine uzaklara, fark etmiyor beni önce, sesim ürkütüyor onu titriyor narin omuzları inceden.
Tebessümü yüzüne dalga dalga yayılıyor, gözlerinin içi gülüyor. Beni de çok mutlu ediyor tabi bu hali.
Oturuyorum karşısındaki boş sandalyeye. “Hoş geldin.” diyor. Aynı tebessümle mukabele ediyor, “Hoş buldum.” diyorum. Söylediğimde son derece samimiyim, çünkü onu uzun zamandır ilk defa bu kadar hoş buluyorum.
O, yine konuşmuyor pek fazla. Bir iki laflıyoruz.
Uzun sessizlik anlarımızda yaptığım gibi yine yüzünü inceliyorum dikkatli dikkatli. “Gözleri şişmiş.” diyorum içimden. Ah! Keşke bu kadar içine atmasa, gözünden akıtmasa her şeyi. Dökse içini bana, bana olmasa bile en azından bir kağıda.
“Yazmayı sever misin?” diyorum. Uzun suskunluğumuza kısa bir mola vererek. “Severdim.” diyor, gözleri yine uzaklara dalıyor, bakışları buğulanıyor ve yeniden, “Severdim.” diyor. Bu sefer ne yazık ki sesi de titriyor. Birkaç saniye sonrasında ise artık hıçkırıklarına hakim olamıyor ve masaya kapanarak ağlamaya başlıyor. Bense susuyorum. Suskunluğu tercih ediyorum o an, hatta belki de uzun bir süre için.
Onun için gerçekten üzülüyorum, bunu halimden anlamış olacak ki geçenlerde “Lütfen benim için üzülme, sevdiğim insanları üzmeyi hiç istemem, beni anlayabileceğini umut ediyorum.” demişti.
Evet, onu ve bu halini gerçekten çok iyi anlıyor olsam da niçin bu haldeydi onu bir türlü kestiremiyordum. Belli ki bir derdi vardı ama soramıyordum da. Onun için sadece dua edebiliyordum.
Hıçkırıklarına ara vererek derin bir nefes aldı: “Boğuluyorum.” dedi. “O halde anlat, kendini hırpalama bu kadar.” dedim.
Bir aydır tanışıyorduk ve artık bana bir şeyler anlatabileceğini düşünüyordum. O ise tercihini yine susmaktan yana kullanarak, “Belki bir gün.” dedi. Israr etmedim, belki de kendine bile anlatamıyordu bazı şeyleri ama bana ne olursa olsun anlatmalıydı.
“Kendisini anlamayan insan başkasını nasıl anlayabilir?” dedim. “Anlamıyorum, anlamaya da çalışmıyorum.” dedi. Hak verdim çünkü ben onun bir ay önce kapıda bıraktığı kendisi, iç sesiydim.
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.
Aramıza hoş geldiniz.
YanıtlaSilHarika bir açılış yapmışsınız.
(h)Yüreğinize sağlık. Takipteyiz :)
Çok teşekkür ederim, hoş buldum.Ben de burada olmaktan çok mutluyum. :)
SilYorum Gönder
Yorum yazabilmek için:
Yorumlama biçimi seçeneklerinden profil üyeliğiniz yoksa; Adı/URL profilini seçip kendi belirlediğiniz isimle URL kısmını boş bırakarak yorum yazabilir ya da Anonim profili seçeneği ile isimsiz olarak yorum yapabilirsiniz.