Fotoğraf Kaynak: harbiyiyorum.com |
Çoğumuzun neredeyse her gün tükettiği; kokusuna, telvesine, tadına türlü anılar biriktirdiği, çeşit çeşit fincanlar içinde eşe dosta sunulan kahvenin hayatımıza giriş öyküsünü hiç merak ettiniz mi?
Kahvenin keşfine dair bilinen en eski efsanelerden biri Etiyopyalı bir çobanın keçilerinin bir meyveyi yedikten sonra daha canlı hareket ettiklerini fark etmesi ve sonrasında kendisinin de denemesidir. Çoban meyveyi yedikten sonra daha enerjik hissedince mutlu olur ve kahve tohumunun ünü kısa sürede bölgeye yayılır. Bir başka rivayette ise; kahvenin enerji verici etkisini fark eden çobandan sonra birkaç keşiş kahve çekirdeğini denemek istediği fakat meyveyi yediklerinde acı tadından hoşlanmayıp onları ateşe attıkları söylenir. Ateşe düşen meyvelerin bir süre sonra hoş bir koku yaymasıyla birlikte keşişler, kahve çekirdeklerini merak içinde ateşten alıp onlarla bir içecek demlerler. Böylece kahve birkaç kişi tarafından keşfedilerek hızla günlük hayatta yaygınlaşmaya başlar.
$ads={1}
Kahve 11. Yüzyılda anavatanı Etiyopya’dan Arabistan’a ihraç edimiş ve Yemen’de üretilmeye başlanmıştır. Sonraki yıllarda Mısır ve Hindistan’da da üretimi yapılan kahve giderek tüm dünyaya yayılmıştır.
Kelime olarak adını Habeşistan’ın kahve üretilen Kaffa yöresinden aldığı sanılıyor. Kaffa, Arapçaya “kahwa” olarak geçmiş, bizim dilimizde de kahve karşılığını almış.
Türk toplumunun kahveyle tanışması ise 16. Yüzyılı buluyor. Osmanlı Devleti Yemen’e doğru genişledikçe o dönemlerde Yemen taraflarında fazlasıyla yaygınlaşmış olan kahveyi keşfediyor.
İlk kahvehanelerin 1530’lu yıllarda Şam ve Halep’te açılmasının ardından 1550 yılına gelindiğinde İstanbul’da da kahvehanelerin açılmasıyla birlikte kahve, gitgide artan bir hızla İstanbul halkının beğenisini kazanmış. Kahvenin Türk halkıyla buluşmasında Yemen Valisi Özdemir Paşa’nın payı olduğunu belirten kaynaklar da mevcut, iki Suriyeli tarafından getirildiği de…
Bununla birlikte kahvehane kültürü de yavaş yavaş şekillenmeye başlamış ve bu anlayış günümüze kadar uzanırken haliyle değişime uğramıştır. İlk kahvehaneler farklı kültür seviyelerinden insanların bir araya gelip kültür ve edebiyat sohbeti ettikleri, fikir alışverişinde bulundukları, satranç oynayıp kitap okudukları, iş konuştukları kültür merkezleriyken, şimdilerde ise daha çok masa oyunlarının oynandığı, vakit öldürülen mekânlar haline gelmiştir.
Kahvehanelerle birlikte hayatımıza girmeye başlayan kahve, Türklere özgü pişirme yöntemiyle Türk Kahvesi olarak kültürümüzdeki yerini almış; gerek İstanbul’a yolu düşen tüccarlar ve seyyahlarla gerek Osmanlı elçileri ile kısa sürede adını tüm dünyaya duyurmuştur. Türk kahvesi, genellikle sabah ve öğle öğünlerinin arasında tüketildiği için bu saatler “kahve altı” olarak belirtilmiş ve günün ilk öğünü anlamına gelen kahvaltı kelimesinin doğmasına zemin hazırlamıştır. Bunun yanı sıra fal bakmada ve kız isteme törenlerinde de kilit rol olan kahve, gelenekselleşerek kültürümüze renk katmıştır.
Peki Türk halkı tarafından bu kadar çok sevilen, günlük hayatın adeta bir parçası olan kahve ile Avrupa’nın tanışmasında bizim rolümüz olduğunu biliyor muydunuz? 17. Yüzyılın başında İstanbul’a gelen Venedikli tacirler ilk kahve çuvallarını Batı Avrupa’ya götürmüştür. Üstelik Cezbedici kokusu, lezzetli aroması ve olumlu etkileri ile Avrupa’da da kısa sürede sevilen kahveye “Türk içkisi” denildiği bile söyleniyor.
Kahvenin yabancılar arasında bir akım gibi yayılmasında ise 1683 Viyana Kuşatması’nın etkisi oldukça fazla. Kuşatmada başarısız olup geri çekilen Osmanlı askerleri ardında yüzlerce çuval kahve bırakmışlar. Viyanalı’lar yeşil kahve çekirdeklerini başta hayvan yemi sanmalarına karşın kuşatma sırasında Osmanlı askerlerini gizlice izleyen ajanlar bunun kahve olduğunu öğrendiklerinden, çuvalları alıp kahveyi işleyerek kullanmışlardır.
Tıpkı Türklerde olduğu gibi Avrupalı da kahveyi çok sevmiş; adına şarkılar, şiirler yazmıştır. O yıllarda Viyana’da bulunan Fransız devlet bakanı Talleyrand, kahve için “Şeytan kadar kara, cehennem kadar sıcak, melek kadar saf, aşk kadar da tatlı.” Derken, J.S. Bach kahveye olan tutkusunu notalara dökerek Kahve Kantantı’nı ortaya koymuştur. Voltaire, Balzac, Beethoven, Mozart, Andre Gide ve bunlar gibi dünyaca ünlü isimler için kahve bir yaşam biçimi haline gelmiştir.
Bizlerden çok daha sonra kahveyi hayatına katan Avrupalı, kahveye olan sevgisini şiirler sözlerle somutlaştırırken, Türk şairler kahve için medhiyeler düzmekle kalmamış, günümüzde bile sıklıkla kullandığımız güzel sözler bırakmıştır. Örneğin bir dönem kahvenin kömürleştirilerek içildiği için dinen haram olduğu öne sürülünce Şair Nev’i kahve içenlerin kafir mi olduklarını sormuş mısralarında. Şaire göre bir müderris iki fincan kahve içmezse geceleri kitap okuyamaz, sabah da derse çıkamaz(mış). Bu düşüncesini de “Muhtesib kahve-furûşa ne ta’addi eyler / Yohsa kâfir mi olur içse müsülman kahve
Sözleriyle dile getirmiş. Bir başka şair de;
““Kât’-ı demdür anunla dimenüz dem olmaz / Kâse kâse içelüm nolsa gerekdür kanı”
Kanı keser; onunla iyi vakit geçirilmez demeyin. Onu kâse kâse içsek ne olur? Diyerek kahveye olan sempatisini dile getirmiştir.
Kahve üzerine yazılıp çizilecek çok şey var şüphesiz. Benim ele aldıklarım elbette okyanusta damla mahiyetinde kalır. Hepimiz biliyoruz ki kahve hep aynı kahvedir aslında. Onu bir bahane olmaktan çıkarıp değerli kılan kahveyi paylaştığımız sevdiklerimiz değil midir? Hani şu meşhur beyitin dediği gibi;
“Mademki gelmişiz köhne cihâne / Derdimizi çeksin şu vîranhâne
Gönül ne kahve ister ne kahvehane / Gönül ahbâp ister kahve bahane”
Kahveyi bahane edip yanınızda bulunan, hoş kelamlarla tadına tat katan ve bir cezveden bölünüp birçok fincana dolan kahveye kırk yıl hatır biçmek boşuna değildir elbet. :)
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.
Bu ne kadar bilgilendirici bir yazı böyle. Bir solukta okuyuverdim. Özgünlüğü ve ilgi çekici anlatımıyla muhteşem..
YanıtlaSilBu doyurucu yazıların devamını bekleriz biz şimdi ama :) Çok teşekkür ederim kendi adıma (h) (c)
Beğeniniz için ben teşekkür ederim Mustafa bey. :) Bu tür yazıları daha fazla paylaşmayı ben de isterim. Umarım devamını getirebilirim. :)
SilTelvesiz kahve içerken okumaya başladım ve fincan bittiğinde yazı da bitiverdi, Kaleminize sağlık ...
YanıtlaSilDerin ve samimi sohbetlerimize sahit oldukları için içeceklere çok farklı anlamlar yüklüyoruz sanırım. Çay da hayatımıza çok yeni girmesine rağmen kültürümüzün çok önemli bir parçası oluverdi. Bilgilendirici tarafının yanında akıcı bir üslûbu da var yazınızın. Kaleminize sağlık
YanıtlaSilHasan Bey, Alican Bey ayrı ayrı teşekkür ediyorum, sağolun :) Yazımın sonunda da demiştim zaten; kahve bahane. Tıpkı çay ya da başka bir şey gibi... Kahve müptelası biri olarak kahveye ederinden çok çok fazla anlamlar yükleyince kahveye ithafen şiir bile yazasım geliyor. :)
SilBekleriz heyecanla :)
SilYorum Gönder
Yorum yazabilmek için:
Yorumlama biçimi seçeneklerinden profil üyeliğiniz yoksa; Adı/URL profilini seçip kendi belirlediğiniz isimle URL kısmını boş bırakarak yorum yazabilir ya da Anonim profili seçeneği ile isimsiz olarak yorum yapabilirsiniz.