Baba demek... - Benim babamSabah erkenden kalkar tarlaya giderdi babam. Güneş doğmamışken çıkardı yola. Küçük bir üç tekerleklimiz vardı. Ustaca atardı bıçak darbelerini marul köklerine...Topladığı marulları atardı tırpatör dediğimiz üç tekerlekliye... Sonra koyulurdu o gün hangi semtin pazarı varsa yola. Pazarda küçük bir köşede önceleri çekinerek, sonra ise kırk yıllık pazarcıymış gibi satardı o marulları. Pazarın içerisinde yer değiştirirdi, taşırdı tezgahını akşama doğru. Eğer güneş sıcaklığını kaybetmeye yakın marulların hepsi satılmışsa şanslı sayardı kendisini... 
Evet... Benim babam bir pazarcıydı.

****
Yeni baskıdan çıkmış kağıt kokusunu severdi. Matbaa'nın ortasında kravatlı takım elbisesiyle dolaşırdı hep.Görenler matbaa sahibi zannederdi. Halbuki orada baskıdan dizgiye bir sürü iş yapardı o. Gömleğinin kolları batmasın diye uzun kolluklar takardı.  Ben çok küçüktüm. İlk işime o matbaa da onun yanında başlamıştım. Bana basılanları harmanlamayı öğretmişti. Her akşam işten çıkınca sıcak ekmeğini alır ve evimize gelirdi. Onun gelişini severdim eve. Çünkü muhakkak bana bir şey getirirdi. Bazen çikolata, bazen oyuncak... 

Evet... Benim babam bir matbaa ustasıydı.

****
Hamamın sıcaklığı tansiyonunu düşürürdü. Ama bir kez bile şikayet ettiğini duymadım. Kendisi için gelen müşterileri bile vardı. Öyle bir kese yapardı ki o taşın üzerinde uyuyabilirdiniz. Sadece kese de değil bütün kemiklerinizi kendine getirirdi masajla. Hatta turistlerin onun bu işteki başarısından dolayı teşekkür kartları attığını bile gördüm :)  

Evet... Benim babam bir tellak ve masördü.

****
Baba demek... - Benim babamBelindeki ağrılar sürekli nüksederdi. Ona rağmen çalışmak için uğraşırdı. Defalarca küreği tutarken bacağınla destekle dedim. Dinlemezdi. Kendisine kolay nasıl geliyorsa öyle yapardı. Harcı karıp kıvama getirdikten sonra duvardaki eksik yerlere güzelce yedirirdi. Sonra bir taş daha alırdı eline ve uygunluğuna bakardı. Sonra bana taş getirmemi söylerdi. Daha küçük, daha büyük, daha yuvarlak, daha keskin...  Türlü türlü taşı ayağının dibine sererdim. Bakardı ve hangisi uygunsa onu ekleyip vururdu harcı arasına. Çok yorulurdu. Üstü başı sürekli kirli olurdu. İşi biter, doluşur arkadaşlarıyla bir arabaya, eve gelirdi. Yaşlanıyordu. Gözlerinden anlıyordum artık yorgunluğunu. Çizgiler ve gittikçe beyazlaşan sakalları vardı.
Evet... Benim babam bir duvar ustasıydı.

****
Emekli oldu. Sonunda biraz dinlenecekti. Bu beni mutlu ediyordu. Ama emekli maaşı hiç birşeye yetmeyince yine çalışmak zorunda kaldı. İşten kaçmaz, gocunmazdı. İşin büyüğü küçüğü olmaz derdi. Evine ekmek götürmek için çalışacaksın. Hırsına kurban olmayacaksın derdi. Sabah erkenden yine çıkar gider çalışır, ıslanan üstünü başını iş yerinde güzelce asar, eve kuru gelirdi. Suyun insanın vücudunu kesebileceğini ben bu zamanlar öğrendim. Elleri ve ayakları kesikler içinde olurdu. Araba yıkarken tuttuğu o tazyikli su 
bir yerine gelince kesermiş... O daha az zarar görsün diye gittim bir tulum aldım. Su geçirmeyen cinsinden. İki giydi, bıraktı. Rahat edemiyormuş onunla. Arabayı iç dış güzelce temizlerdi. Özenle kurular ve bir insanın kendisine bile harcayıp uğraşmayacağı şekilde bakım yapardı arabalara... Annemin o arabaları kıskandığını bile görmüştüm. 

Evet... Benim babam bir oto yıkamacıydı.

****
Yukarıda yazılanlar beş ayrı çocuğun babasını anlattığı yazılar gibi geldi değil mi ? 
Hayır ayrı kişiler değil, bu yazılardaki insan tek kişi ;
Benim Babam... Evini geçindirmek için ne olduğu farketmeyen bir sürü iş yapan,birgün bile haram lokma yemeyen ve yedirmeyen, adam gibi adam... Babam.
Kıymetini bilin babanızın. Nasırlı ellerini öpün, ak düşmüş sakallarını koklayın... Hala fırsatınız varken...

www.photoarthe.com
 ArThe

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız..

Yorum Yap

Yorum yazabilmek için:
Yorumlama biçimi seçeneklerinden profil üyeliğiniz yoksa; Adı/URL profilini seçip kendi belirlediğiniz isimle URL kısmını boş bırakarak yorum yazabilir ya da Anonim profili seçeneği ile isimsiz olarak yorum yapabilirsiniz.

Daha yeni Daha eski