Çikolatanın Tarihi Öyküsü - Hikayesi
Fotoğraf Kaynak: www.bilmiyorsan.com
Çikolata… Şüphesiz birçoğumuzun adını bile duyduğunda mutlu olduğu bir yiyecek. Tatlı krizlerinde en büyük kurtarıcı, kahvenin yanında muhabbeti artırıcı, sevdiklerimizle paylaştığımızda karşılıklı sıcacık tebessümleri çoğaltıcı bir etkiye sahip bu mükemmel tat. Bayram ziyaretlerinde kolonyanın yanında, kız isteme törenlerinde ise çiçeğin yanında olmazsa olmaz olarak adeta kültürümüzün bir parçası olmuş çikolata. Ayrıca çocuklara söz geçirme sanatında önemli bir pekiştireç ve ödül olduğu da yadsınamaz bir gerçek. Gerçi bu teori son olarak doksanlar kuşağı çocuklarını daha çok kapsar nitelikte. Günümüzde dokunmatik nesilin tablet ve telefona oranla çikolataya kanma olasılıkları çok daha düşük olsa da çekicilik payı halen mevcut.
Çikolatanın hayatımıza girmesine sebep olanlara büyük minnettarlık duyan benim gibiler vardır elbette. Ve tabi bu mutluluk ilacının daimi tutkunları da… Bu tatlı buluşun hayatımıza ne zaman ve nasıl dâhil olduğunu merak edenler; bakın nasıl çıkmış ortaya milyonları mutlu eden çikolata! :)

Çikolatanın Tarihi Öyküsü

Çikolatanın hammaddesi olan kakaonun hayatımıza giriş öyküsü en az kahve kadar ilginç ve eskidir. Mayalar, kakaoya ilahi bir anlam yüklemiş, bunun kendilerine tanrılar tarafından verilmiş bir armağan olduğunu düşünmüşlerdir. Bugün kakao ağacının Latince ismi de “Theobroma Cacao” yani “Tanrıların Yiyeceği”dir. Çikolatanın hayatımıza girişine dair ilk izlerin milattan önce 1500 yılına kadar gittiği sanılıyor. İspanyollar’ın Amerika’yı keşfettiklerinde kıtadaki mevcut kitapları yakmaları sebebiyle kesin bilgiler bulunmamakla beraber, eski Amerika uygarlıklarından Olmeklerin kakao ağacı yetiştirdikleri, daha sonra Mayaların kakao çekirdeklerini işlemeyi öğrenip çikolatalı bir içecek yaptıkları söylenmektedir. Bu içeceğin günümüzdeki çikolatadan çok farklı olduğu, kakaonun yanında çeşitli baharatlar eklenerek acı bir karışımdan meydana geldiği belirtiliyor. Bu içeceğin Maya kültürünün yanı sıra Aztek kültüründe de popüler olduğu ve o dönemde sadece kraliyet ailesinin ve üst tabakanın içebildiğini anlatan ve çizimlerle gösteren kaynaklar mevcut. Zaten “çikolata” sözcüğü de Aztek dilinde kakao çekirdeklerinin havanda gürültülü bir şekilde dövülmesinden dolayı “gürültü” anlamına gelen “choco” ve “su” anlamındaki “atle” sözcüklerinden türemiştir.
Avrupa’nın çikolata ile tanışması ise Kolomb’un keşif çalışmaları ile gerçekleşmiştir. İspanyol kâşifler, Hernando Cortés ve Kolomb’un 16. Yüzyılda Orta Amerika’ya yaptıkları gezi sırasında Aztek kralının onlara “ekşi, acı içki” adını verdikleri “Xocoatl” adlı bu içeceği sunması üzerine kâşifler bunun yapımını Aztekler’den öğrenmiş ve İspanya’da şekerli olarak yapılıp tüketilmeye başlanmıştır. İngiltere’de ise eritilerek içecek yapılmak üzere katı halde satılmaya başlanarak 17. Yüzyılda tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Tarihçiler 1700’lü yıllarda Londra’da iki bin çikolata imalathanesi bulunduğunu söylüyor. Ülkemizde ise ilk yerel üretim yapan çikolata fabrikası 1927’de Feriköy’de kurulmuş.
İsviçreli Daniel Peter uzun uğraşları sonucunda çikolata özüne yoğunlaştırılmış süt eklemeyi başararak sütlü çikolatayı bizlere hediye eden kişi. Sütlü çikolata özellikle İtalya’da din adamlarının tükettiği bir içecek olarak ünleniyor. Hatta Papa XIV. Clement’in ölümüne neden olan zehrin sütlü çikolatasının içine atıldığına dair rivayetler mevcut.
1828’de kakao presinin icadı ile kakao yağı özünden ayrıştırılmış ve bugünkü modern çikolatanın oluşumuna zemin hazırlamıştır. 19. Yüzyılın ortalarına kadar sıvı olarak tüketilen çikolata, bu tarihten itibaren içecek sınıfının yanı sıra yiyecek kategorisine de eklenmiştir. Tarihçiler katı halde olan çikolatayı ilk kimin ürettiği konusunda ortak bir sonuca varamamış olsa da 1847’de Joseph Fry isimli bir İngiliz’in ürettiğine dair bilgiler bulunmakta.
20. Yüzyılın başlarına kadar çikolatanın hammaddesi olan şeker ve kakaonun pahalı olması, üretim maliyetinin yüksekliği sebebiyle yalnızca üst sınıf ailelerin tüketebildiği lüks bir yiyecekti çikolata. I. Dünya Savaşı’ndan önce işçi sınıfı için doğum günü, Noel gibi özel günlerde nadir tüketilen bir yiyecekken, savaş sonrası özellikle Belçika’nın başını çektiği endüstrileşme ve üretim maliyetlerinin düşmesi ile çikolata yavaş yavaş orta ve alt tabakaların da lüks sayılmadan tüketebildiği bir ürün haline gelmiş. Savaş sonrası Belçika’da gerçekleştirilen buluşlardan biri de daha sonra birçok yabancı üreticinin de kullanacağı gramaj büyüklüğündeki tablet çikolatalar olmuş. Yani Belçika, çikolataya tablet şeklini veren ilk ülke olmuş.
Genel olarak bitter, sütlü ve beyaz olmak üzere üç türden oluşan çikolata, içeriğinde bulunan kakao miktarı, şeker seviyesine, süt oranı ve başka ek maddelerin miktarına göre farklı damak tatlarına hitap ediyor.
Kakao oranı %35 ile %70 arasında değişen bitter çikolata koyu rengi ve acımsı tadı ile çikolata tutkunlarının ilk tercihi oluyor. Kakao kitlesi yerine en az %20 kakao yağı içeren beyaz çikolata ise bileşimine katılan süt tozu ile soluk fildişi rengine bürünüp masum bir tatlılık sunuyor. Koyu çikolata ile aynı maddeleri içeren sütlü çikolataya ise daha açık kahverengi rengini ve yumuşak bir tadı en az oranı  %3,5 olan süt yağı veriyor.
Hayatımızda bu kadar yer etmiş olan bu lezzet harikasının faydalı olduğunu savunanlar da mevcut, zararlı olduğunu savunanlar da… Çikolataseverler zarar noktasını ne kadar ciddiye alırlar bilmem ama faydalarını ortaya koyan birçok araştırmacıyla aynı fikri paylaştıkları kesin.
Hemen hemen herkesin bildiği bir gerçek olan çikolatanın mutlu ettiği üzerine bir araştırma yapan Dr. Neil Martin, araştırma sonucunda çikolatanın vücudumuzun endorfin salgılamasını destekleyerek mutluluk duymamızı sağladığını ortaya koymuş. Çikolatanın bileşiminde yer alan “Phenylethylamine” adlı madde tıpkı endorfin gibi bizi mutlu ediyor ve çikolatayı tükettiğimizde vücudumuz âşık olduğu zamanlarda olduğu gibi hoş reaksiyonlar gösteriyor.
Kaliforniya Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırma sonucuna göre ise çikolata bizi kalp krizine ve beyin kanamasına karşı koruyucu nitelikte. Araştırmalar, içeriğindeki stearik asit sebebiyle çikolatanın kandaki mevcut kolesterolün yükseltmediğini de ortaya koymuştur. Çikolatanın dişleri çürüttüğünü öne süren düşüncelere cevap niteliğindeki araştırma sonuçları, kakaonun içinde bulunan bir bileşimin dişi kapladığını ve dışarıdan gelecek bakterileri engellediğini ortaya koyuyor. Tabi yedikten sonra ağız temizliğine dikkat edildiği sürece…
Ve güzel haber en sonda…
Harvard Üniversitesi sekiz bin erkek üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda çikolatanın ömrü uzattığını da ortaya koydu. Uzmanlar, çikolata yiyenlerin ömürlerinin en az bir yıl uzadığını belirtip bunu içeriğindeki antioksidan maddelere bağlıyorlar.

Yüzyıllar öncesinden günümüze uzanan ve her daim sevilen çikolatanın vücudumuzu hangi yönlerden olumlu etkilediğini, ömrümüzü kaç yıl uzattığını ne kadar önemsersiniz bilemem ama hepimiz biliyoruz ki bir parça çikolatayı bahane edip sevdiğimiz insanlarla paylaşmanın verdiği mutluluk çikolatanın bizi mutlu ettiğinden çok daha fazlasını sağlıyor. :)

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

2 Yorumlar

Yorum yazabilmek için:
Yorumlama biçimi seçeneklerinden profil üyeliğiniz yoksa; Adı/URL profilini seçip kendi belirlediğiniz isimle URL kısmını boş bırakarak yorum yazabilir ya da Anonim profili seçeneği ile isimsiz olarak yorum yapabilirsiniz.

Yorum Gönder

Yorum yazabilmek için:
Yorumlama biçimi seçeneklerinden profil üyeliğiniz yoksa; Adı/URL profilini seçip kendi belirlediğiniz isimle URL kısmını boş bırakarak yorum yazabilir ya da Anonim profili seçeneği ile isimsiz olarak yorum yapabilirsiniz.

Daha yeni Daha eski